Anasayfa » Yazarlar » Dr. Erkin Ekrem » Çin’in Yeni Yönetimi ve Doğu Türkistan Politikası

Çin’in Yeni Yönetimi ve Doğu Türkistan Politikası

Erkin-ekrem

Çin’in Yeni Yönetimi ve Doğu Türkistan Politikası

Dr. Erkin Ekrem

Çin’in XII. Ulusal Halk Kongresi (5-17 Mart 2013) ile XII. Ulusal Siyasî İstişare Kongresi (3-12 Mart 2013)’nin Pekin’de düzenlemesiyle birlikte yeni Çin yönetimi vücuda çıkmıştır. 8-14 Kasım 2012 tarihlerinde düzenlenen XVIII. Çin Komünist Partisi Ulusal Halk Kongresi’nde Parti Başkanlığı ve Çin Komünist Partisi Merkezi Askerî Komisyonu Başkanı olarak seçilen Xi Jinping, XII. Ulusal Halk Kongresi’nde Devlet Başkanı ve Ulusal Merkezi Askerî Komisyonu Başkanı olarak onaylanmıştır. Böylece, Çin’in Komünist partisi, devlet ve askerî yetkilerinin hepsi Xi Jinping tarafından üstlenilmiştir. Çin’in Komünist partisi ulusal kongrelerinin sona ermesiyle birlikte Başbakan dahil devletin bütün organlarının yetkilileri de tayın edilmiştir. Xi Jinping’in başkanlığındaki yeni Çin yönetimi beş yıl sonra yapılacak kongrelerde tekrar seçilmesi ve bir sürpriz olmaması durumunda, Xi Jinping ile Başbakan Li Keqiang iki dönem görevinde bulunacaklardır. Ancak, Çin’in yeni yönetimi birçok iç ve dış sorunlarla yüzyüze kalmaktadır ve bu sorunları 30 yıldan beri sürdürülen reform ve dışa açılma politikasıyla çözümleneceği vurgulanmaktadır.

Yeni Yönetimin Siyasal Reformu

Çin liderlerinin farklı zaman ve ortamdaki konuşmalarına göre, Çin’in yeni yönetiminin kısa vadeli hedefi giderek ağırlaşan yolsuzluk, çürüklük ve kanunsuzluk sorunlarını ortadan kaldırmakla yönetimi sağlamlaştırmak ve ekonomik kalkınma sürecini istikrarlı götürmektir.

Pekin yönetiminin orta vadeli hedefi ise, 2020 yılına kadar orta derecede müreffeh (Xiao-kang) bir toplumu oluşturmaktır. Yani, kişi başı gayri safi yurtiçi hâsılasının (GSYİH) 2010 yılından 2020 yılına kadar bir kat (kişi başı GSYİH 4000-5000 dolar, GSYİH ise 12 trilyon dolar) arttırılmasıdır. Bu da Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) yüzüncü yılının hedefidir. Bazı uzmanlara göre Çin, bu hedefine 8 yılda ulaşabilir. Uzun vadede ise, Çin Halk Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına kadar yani 2050’ye doğru, müreffeh, demokratik, medenî ve toplumu ahenkli bir sosyalist modern devlet hedeflenmektedir. Buradaki modern devletinin ölçüsü ise endüstriyel, tarımsal, milli savunma ve bilim ile teknoloji gibi dört alanda modernleşmesidir. Pekin yönetiminin nihai hedefi, Çin ulusunun yeniden büyük canlanışını yakalamaktır. ÇKP Başkanı Xi Jinping de bu hedefi “Çin Rüyası” olarak tanımlamaktadır. Xi Jinping, Çin’in XII. Ulusal Halk Kongresi kapanış konuşmasında, “Çin Rüyasının” aslında Çin halkının rüyası olduğunu vurgulamış ve içeriğini zenginleştirmiştir. Çin basını “Çin Rüyasının” Çinlilerin ortak çıkarları ve toplumsal değerleri olarak yorumlamaktadır. Çin Komünist Partisi’nin nihai ideali Çin Komünizminin gerçekleşmesidir, ÇKP ve Çin halkının rüyası ise sosyalist modernleşme ve Çin ulusunun yeniden büyük canlanışıdır. Başkan Xi Jinping’e göre, Partililerin yılmaz çabalarıyla ancak Parti’nin yüzüncü yılı ve Cumhuriyetin yüzüncü yılı hedefine ulaşılabilir, Çin Rüyası da ancak gerçekleşebilir. Xi Jinping’in başkanlığındaki yeni Çin yönetimi bir sürpriz olmaması durumunda 2022 yılına kadar devam edeceğine göre, uzun vadeli hedefin temelini hazırlanmaya çalışacaktır. Ancak, bu hedefin gerçekleşmesi kolay olmadığı gibi Başkan Xi Jinping’i şimdiden ciddi sorunlar beklemektedir.

Çin’in hızlı ekonomik büyümesi ile birlikte yönetimde yolsuzluk ve kanunsuzluklar meydana geldiği gibi toplumda da gelir dağılımı sorunu ve çözümün yetersizliğinden dolayı toplumsal olaylar ciddi boyuta ulaşmıştır. Hatta, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nda da yolsuzluklar yaşanmaktadır. Çin’in yerel yönetiminde para karşılığında resmi unvanları satarak rüşvet almaktadır. Yönetimde yetkinin kötüye kullanılması ve hükümet yetkilileri ile işadamları arasındaki yetki-para ticaretleri yoğunlaşmaktadır. Sadece yetkiler satılmakla kalmamakta devlet dairelerinin kadroları da açık seçik satıldığı bilinen bir durumdur. Yani hukukun sağlıklı işleyememesi, gelir dağlımın dengesizliği ciddi boyutlara ulaşması, toplumsal çatışmaların yılda 10 binlerce yaşanması, uluslararası finansal krizi ile birlikte Çin ekonomisinin durgun dönemine girmesi ve bununla birlikte enflasyon ve işsizlik durumunun yaşanması merkezi yönetimin istikrarına zarar vermektedir. Tayvan, Tibet ve Doğu Türkistan gibi uluslararası boyut kazanmış ayrılıkçı hareketleri de Çin’in yükselişiyle birlikte etkisini arttırmaktadır. Ekonomik kalkınma için yurtiçi ve yurtdışı istikrar ve güvenlik ortamını yaratma stratejisi üzerinde inşa edilen dış politikası da birçok tehditlerle yüzyüze kalmaktadır. 30 yıldan beri sürdürülen iyi komşuluk ilişkileri de son yıllarda başarısızlığa uğramaktadır. Dünyanın üçüncü ekonomisi olan Japonya arasında yaşanan siyasî ve güvenlik sorunları ve bundan dolayı ekonomik-ticaret ilişkilerine olumsuz etkileri; Filipinler ve Vietnam arasında yaşanan adalar hak iddiaları çatışmaları ve yükselen Çin’in komşu ülkelere güven veren ve endişelerini yatıştıracak yumuşak gücünü üretememesi; Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan siyasal değişimleri Çin’in bölgedeki çıkarlarına zarar vermektedir (Sudan ve Mali) veya imaj kredisi zedelenmektedir (Suriye sorunu); en önemlisi ABD’nin 2010 yılından bu yana uygulamaya başladığı Asya’ya Geri Dönüş (Return to Asia) ya da Yeniden Dengeleme” (Strategic Rebalancing) stratejisi ve bundan dolayı ABD’nin Çin’i stratejik kuşatma altına alma politikası Çin’in dış çevresinin kötüleşmesine neden olmaktadır. Eski Devlet Başkanı Hu Jintao’nun ifadesiyle Çin şu anda benzeri görülmemiş fırsatlar ve zorluklarla (meydan okuyuşu) yüzyüze kalmaktadır.

Yeni Çin merkezi yönetimi bütün bu sorunlara çözüm getirmesi gerekmektedir. Aksi halde, yönetimin güç kaynağı olan tarihsel misyonu ve halkın kollamasından alan Komünist Parti’nin tek yönetim iktidarının meşruluğu tartışılmaya başlayabilir. Bu tehlikelerden Çin liderleri farkındadır ve onlara göre, kısa vadede yolsuzluğa, çürüklüğe ve kanunsuzluğa karşı çıkmadığı takdirde hem hâkimiyet hem de ÇKP yok olacaktır. 27 Mart 2012’de düzenlenen Çin Halk Kongresi’nde konuşan Başbakan Wen Jiabao, yolsuzluk ve çürüklüğe karşı çözüm bulamadığı takdirde Çin hâkimiyetinin mahiyeti değişebilir ve sonunda hâkimiyetin de çökeceği dile getirilmektedir. 8 Kasım 2012’de, Çin Komünist Partisi’nin XVIII. Kongresi’nde konuşan Devlet Başkan Hu Jintao, yolsuzluk ve çürüklük sorununun halkın en çok ilgilendiği büyük bir siyasî sorun olduğunu ve çözülemez ise, Parti’ye ölümcül darbe indirilmiş olacağını, hatta Parti’nin de devletin (hâkimiyet) de yok olacağının altını çizmiştir. 19 Kasım 2012’de, Çin Komünist Partisi Başkanı Xi Jinping de yaptığı bir konuşmasında yolsuzluk sorunun giderek ciddi boyutlara ulaştığını ve devam ederse, hem Parti’nin hem de devletin (hâkimiyet) yok olacağını vurgulamıştır. Bunun açıklaması şu: yolsuzluğa karşı çıkarsa parti çökecektir, yolsuzluğa karşı çıkmasa hâkimiyet çökecektir.

Çin’i bugünkü kudretli duruma getiren 70 yıllık Üç Aşamalı Kalkınma Stratejisi’nin (1987-2050) sahibi ve Mao’dan (1893-1976) sonra Çin’in ikinci nesil lideri Deng Xiaoping (1904-1997) de bu tür tehlikeden kaçınılması gerektiğini belirtmişti, ancak siyasî kurumsal reformun yapılmadığı durumda parti ve devletin mahiyetinin değişeceğini ve hatta partinin ve devletin yok olmasına sebep olacağının altını çizmişti. Deng Xiaoping’e göre, “sadece ekonomik sistemin reformu yetmez, siyasal sistemin reformunun yapılmaması durumunda ekonomik sistemin reformundan da sonuç alınamaz”. Bu bağlamda, “Çin’in bütün reformlarının başarılı olup olmaması siyasal sistemin reformuna bağlıdır.” Deng Xiaoping, Çin’de “siyasal sistemin reformunun mecburi ve acil” olduğunu ifade etmişti. Ancak, Deng Xiaoping’in ölümünden sonra Başkan Jiang Zemin’in dönemi (1989-2002) ve Başkan Hu Jintao’nın döneminde (2002-2012) sadece siyasal ekonomik sistemin reformu ve siyasal kurumlara yönelik bazı reformlar yapılmıştır, siyasal sistemin reformu hiç yapılmamıştır. Bugün, Çin liderlerinin yüzyüze kaldığı siyasal, toplumsal ve ekonomi alanındaki çıkmazlığının büyük ölçüde hızlı büyümekte olan ekonomik gücüne paralel olarak siyasal sistemin reformunun ve kurumsal inovasyon yapılamamasıdır.

Yeni Çin liderleri yolsuzluğa, çürüklüğe ve kanunsuzluğa karşı mücadeleleri başlatmış durumdadır ve Çinli yetkililerin nazarında bu sorunlar parti ve hâkimiyetin kaderini belirlemektedir. Fakat, siyasal reform ve bununla birlikte yargı-hukuk alanındaki reformun yapılmadığı takdirde yüzeysel ve dönemsel çözüm getirebilir ve dolayısıyla kökten çözülmesi zordur. Deng Xiaoping 30 yıl öncesinde bunu dile getirmişti.

Çin liderleri reform sözcüğünü sıkça kullanmaktadırlar. Devlet Başkanı Hu Jintao’nun ÇKP 18. Kongresi’nin açılış konuşmasında reform sözcüğünü 86 defa kullanmıştır. Bunların arasında, dışa açılma ve reform sözcüğü 19 defa; reform ve kalkınma sözcüğü 7 defa, siyasal sistemin reformu 5 defa; ekonomik sistemin reformu 3 defa geçmekte ve diğerleri ise kurumlara yönelik reformları bahsetmektedir. Çin’in müstakbel Başbakanı Li Keqiang da, Çin’in en büyük kârı reform yapmakla elde edeceğini belirtmektedir. Li Keqiang bu görüşünü Başbakan olarak tayın edildikten sonra da tekrar vurgulamış ve reformun belli kesimin çıkarlarına dokunduğu için “bazen çıkarlara dokunma ruha dokunmadan zordur” cümlesini kullanmıştır. Ancak, siyasaldan çok ekonomi ve kurumlar üzerindeki reformdan bahsetmektedir. Batı basını, Başkan Xi Jinping’in siyasal reform yapması beklentilerinden bahsederken , reform yapılmadığı takdirde riskin daha fazla olacağını ileri sürmektedir. Üstelik ekonomi üzerindeki reform da kolay olmayacaktır. Çinli uzmanlar ise, reformun şartları oluşmadan eyleme geçilir ise daha fazla risk bulunacağını belirtmektedir. Çin’in en meşhur ekonomisti Wu Jinglian de Çin’in ekonomik ve toplumsal sorunları neredeyse kritik bir noktaya ulaştığını ve siyasal reformu aşamalı olarak sürdürmesi gerektiğini belirtmektedir. Çin halkı da siyasal reformun en zor döneme girdiğini ve milletvekilleri de bu zorlukların giderilmesi gerektiğini iletmektedirler. Aslında Başkan Xi Jinping’in reformun zorlukları ekonomik alanda değil, siyasal alandadır. Başkan Xi Jinping de mevcut rejimin kemikleşmiş güç sisteminin başlatmak istediği reformu engellediğini bilmektedir, dolayısıyla söz konusu engelleyici güçlerin kurumsallık ağına hapsedilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Çin’in siyasal reformunun en önemli ve hassas konusu Çin’in demokratikleşmesidir. Çinliler artık demokrasi kavramına yabancı değillerdir. Çin’in 7 büyük şehrinde yapılan bir kamuoyu yoklamasında halkın %87.2’si demokrasinin iyi bir şey olduğunu, %77.2’si demokrasinin bir trend olduğunu ve %60.1’i ise, Çin’in demokrasisi Batı demokrasisinden farklı olacağını belirtmiştir. Diğer bir kamuoyu yoklamasında, Çinlilerin %81.4’ü siyasal sistemde reform yapılmasını desteklemektedir. Ancak, Çin’de en son düzenlenen Çin Komünist Partisi’nin 18. Kongresi’nde Parti Tüzüğü’nde bazı değişiklikler yapılmış ve “Çin Komünist Partisi, halkın sosyalist demokrasi siyasetine önderlik yapacaktır” ibaresi kullanılmaktadır. Başkan Xi Jinping’e göre, “yalnızca sosyalizm Çin’i kurtaracaktır, Çin tarzındaki sosyalizm ancak Çin’in kalkınmasına katkıda bulunacaktır”. Anlaşıldığı gibi Çin’in demokrasisi yine “Çin’e özgü” (Chinese characteristics/ Chinese context) olacaktır, Batı tarzındaki demokrasiye yer verilmemektedir. Batı’nın Çin uzmanları demokrasinin Çin için gerekli olduğunu ileri sürüyorsa da, XII. Ulusal Siyasî İstişare Kongresi’nde kongre başkanı olarak seçilen Yü Zhengsheng, ÇKP dışı guruplara vekaleten Batı tarzı siyasal kurum modelini asla taklit etmeyeceğinin altını çizmiştir. Ayrıca, Çin gerçeği ile uyumlu olmayan herhangi fikrin kabul edilmeyeceğini de belirtmiştir. Bu tutum aslında ÇKP’nin temel çizgisidir. Eski Başkan Hu Jintao’nun XVIII. Çin Komünist Partisi Ulusal Halk Kongresi açılış konuşmasında, ÇKP “kapalı ve kemikleşmiş eski yolda yürümeyecektir, hem de bayrağı değiştirecek şer yolunda yürümeyecektir” diye Batı siyasal değerlerini ret ettiği gibi “Batı tarzı siyasal kurum modelini asla taklit etmeyeceğiz” diye Batı siyasal modelini de ret ettiğini ifade etmiştir. Çin basınında, “aşırı siyasal reformun teşvik edilmesi reforma engel teşkil etmektir” diye yorumlamaktadır. Çin Hükümeti’nin Batı tarzlı siyasal reforma izin vermeyeceği anlaşılmaktadır. Neticede, Batı tarzlı siyasal reformun ÇKP’nin tek partili yönetimini tehdit edebilir.

Yeni Yönetimin Siyasal Reformunun Sorunu: Kurumsal İnovasyon

Şu andaki Çin yönetimi, hem Batı tarzı siyasal reformu ret etmektedir, hem de mevcut sorunlara çözüm getirmek için reforma önem vermektedir. Pekin’in zikrettiği reform, 30 yıldan beri sürdürülmeye çalışılan ekonomik reformlardır ve buna göre siyasal ve toplumsal ayarlamalı revizelerdir. Yani kapitalizm ekonomisi ile sosyalizm siyasal yönetimidir. Bunun adı da Çin’e özgü sosyalizm yoludur. Pekin Hükümeti hem tek partili yönetimi sürdürmeye kararlı olacaksa, hem de ekonomik büyümesini sürdürerek çeşitli mevcut sorunlara çare bulmak istiyorsa kurumsal inovasyon yapılması gerekmektedir.

Çin yönetimi ekonomik alanındaki reform ile belli ölçüde tecrübe kazanmıştır. Dünyanın en büyük ekonomik ve ticari ülkelerinden biri olarak Çin ekonomisinin, birçok ülkenin çıkarlarını ilgilendirdiği için, Çin’in iktisadî gelişmeleri bir süre daha ilerlemesine çevresel pozitif ortam yaratılmaktadır. Bu nedenle Çin’in yeni yönetimi ekonomik durgunluğa bir ölçüde çözüm getirebilmesinin ihtimali de vardır. Ancak, ekonomik büyüme süreciyle birlikte yan ürünler olarak siyasal ve toplumsal sorunları, tek parti yapısı altındaki yargı sisteminin getirdiği kanunsuzlukları ve ideoloji krizinden kaynaklanan duyarsızlık ve toplumsal ahlaki sorunları meydana getirmiştir, bu da yükselmekte olan Çin’in daha da ilerlemesine engel teşkil etmektedir. Bu bağlamda yeni Çin yönetimi ciddi ve kapsamlı siyasal reform sürecini başlatması gerekmektedir, sadece yolsuzluk ve çürüklük gibi günü kurtarma yönündeki politikaları Çin’in yüzleştiği mevcut sorunlara çare değildir.

Ekonomiden sorumlu eski Çin Başbakan Yardımcısı ve XVIII. Çin Komünist Partisi Ulusal Halk Kongresi’’nde ÇKP Merkezî Komitesi Disiplin Kurulu Başkanlığı’na seçilen Wang Qishan, Çinli yetkililere ve toplumuna, Fransız tarihçisi Alexis de Tocqueville’nin (1805-1859) The Old Regime and the Revolution (L’Ancien Régime et la Révolution) adlı kitabını okumasını tavsiye etmektedir. Söz konusu kitap, Çin liderleri arasında okunmaya başlaması ile Çin’de en çok satılan ve okunan kitaplar listesine girmiştir. Fransa devrimin nasıl meydana geldiğine cevap arayan bu kitap, daha önce bilinen proleter devrimi görüşünün tersine refahlı toplumlar da, devrimin yaşanabileceğini ortaya koymaktadır ve bugünkü Çin’in içinde bulunan durumlar açısından uyarıcı niteliktedir. Bazı Çinli hukukçuları da refaha kavuşmaya başlayan Çin’de siyasal ve toplumsal sorunları giderek tehlikeli duruma geldiğini belirtmekte ve refahın istikrarı getiremeyeceğini ileri sürmektedir. Bazıları Çin’in mevcut siyasal düzen ve rejimin yükselen Çin’i karşılayamadığı için Fransa Devrimi gibi bir tahribata uğrayabileceği uyarısını yapmaktadır. Bazı uzmanlar Çin’de devrim yada savaş gibi sorunların ihtimalini gündeme getirmektedir. “Tocqueville bir milletin nasıl bir felakete uğradığını şu şekilde açıklamaktadır: bir milletin zengin olma arzusu günden güne artarken yönetimi de bu arzusunu sürekli teşvik etmektedir; fakat yönetim aynı zamanda bu arzuların gerçekleşmesini engellemeye çalışmaktadır. Böylece bir yandan milletin hırsını kışkırtırken diğer yandan milletin heyecanını bastırmakla umudunu yok etmeye çalışmaktadır. Neticede yaratılan öfkeler yönetimin yok edilmesine sebep olmaktadır” . Tocqueville’nin bu tespitleri Çin’in şu andaki durumunu anlatıyor gibidir.

Çin yöneticileri ve halkı arasında en çok okunan diğer bir kitap ise, Daron Acemoğlu’nun Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity and Poverty adlı eseridir. Bu iki kitabın Çin’de rağbet görmesi Çin yöneticilerinin kriz duygusu yaşamaya başladığını göstermektedir. Neticede söz konusu iki kitap Çin’in mevcut durumuna parmak basmaktadır. Bir devletin çöküşünün devlet liderlerinin açgözlü, bencil ve tarihsel olguları göz ardı etmesine bağlayan Why Nations Fail adlı kitabın yazarları Daron Acemoglu ve James A. Robinson, dünyadaki birçok ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin şaşırtıcı derecede büyük fark olmasını devletin kurumsallaşmasına bağlamaktadır. Bazı ülkelerin başarısızlığında çoğu zaman coğrafya konumunun iyi olmaması, kültürünün geride kalması ve liderlerin beceriksizliği gibi sebepler gösterilmektedir. Daron Acemoglu ve James A. Robinson ise modern devletin dönüşüm sürecini kapsayıcı kurumlara (inclusive institutions) veya sömürücü kurumlara (extractive institutions) sahip olup olmadığı ölçüsüyle analiz etmektedir. Kapsayıcı kurumlar, siyasî güç paylaşımı, üretim verimliliği, eğitim ve teknolojinin ilerlemesi ve halkın daha mutlu olacağı bir sistem ve düzendir. Sömürücü kurumlar ise bir kısım insanların zenginliği ve kaynakları ele geçirmesi ile bir kısım insanların fakirleşmesine zorlanmasıdır. Yani kapsayıcı siyasal kurumlar ekonominin büyümesine sebep olurken, sömürücü siyasal kurumlar ise ekonomik gelişmeyi engellemektedir.

Kapsayıcı siyasî kurumlar (inclusive political institutions) kapsayıcı ekonomik kurumları (inclusive economic institutions) desteklediği gibi kapsayıcı ekonomik kurumlar da kapsayıcı siyasî kurumları destekler. Sömürücü siyasî kurumlar (extractive political institutions) ile sömürücü ekonomik kurumlar (extractive economic institutions) arasındaki ilişkiler de bu şekildedir. Bir ülkenin başarısız ve çöküşü onun sömürücü ekonomik ve siyasî sistemi benimsemesi ve ekonomik büyümeyi engellediği gibi toplumsal gelişmeleri de engellemesinden kaynaklanmaktadır. Yani sömürücü ekonomik kurumların desteğini alan bir sömürücü siyasî kurumlar, ekonomik büyümesi ve toplumsal gelişmeleri engelleyecektir. Yolsuzlukla boğuşan bir siyasî yönetim ve sömürmeye hazır olan bir idareci ile kırılgan ve dağınık bir devlet yapısıyla ilişkilendirildiğinde yoksulluk, çatışmalar ve adaletsizliklerin sebebini bulmak mümkündür.

Çin ekonomisinin hızlı büyümesi, onun tek partili otoriter kontrolü altında sömürücü kurumlar sayesinde gerçekleştirilmiştir. Çin ekonomisinde kapsayıcı ekonomik kurumlardan daha çok uzaktır. Mevcut Çin yönetiminin kapsayıcı kurumlara geçme durumu olmadığı için Çin ekonomisinin daha ileriye gitmesi zordur. Şimdiki Çin’in ekonomik büyüme modelini sürdürmesi zordur ve bu model yaratıcı yıkımı (creative destruction) üretemez, çünkü yaratıcı yıkım, yenilik yaratması ve yüksek gelir sağlaması açısından fevkalade önemlidir. Ekonomisi güçlü olan ancak başarısız veya çöküşünü engellenemeyen bir örnek ise Sovyetler Birliği’dir. Bu görüşlere katılmayan ve eksik bulanlar da vardır.

Daron Acemoglu’nun Çin basınına verdiği röportajda, bugünkü Çin’in 70’li yılların Sovyetleri gibi ekonomik büyümenin hızını yakalamış olduğunu, ancak bu başarıyı sömürücü kurumlar sayesinde ve mevcut teknoloji üzerinde gerçekleştiği, büyük ölçüde yaratıcılık (yenilikçilik, inovasyon) olmadığı için söz konusu durumun sürdürülmesinin güç olacağını ifade etmiştir. Daron Acemoglu’na göre, Çin’in ekonomik sistemi üzerinde ancak kısmen reformlar yapılmıştır, ekonomik sisteminin açıklık ve rekabetlik açısından söz etmesi zordur. Çin’in asıl sorunu nasıl yenilik yaratması ve bunu teşvik etmesidir. Fakat bunun mevcut sömürücü siyasal kurumlar ortamında gerçekleşmesi zordur. James Robinson da Çin basınına verdiği röportajda benzer görüşleri savunmuştur. James Robinson Çin’in ekonomik büyümesini sağlayan Çin Modeli’ni Sovyetler Modeli’ne benzeterek mevcut ekonomik durumunu sürdüremeyeceğini ve Çin’in teknoloji gelişmelerinin sadece yeterli teknoloji olduğunu ve bundan dolayı ekonomik reformla beraberinde siyasal reformun hayata geçirememesinin sonucunda mevcut ekonomik kazanımın sürdürebilmesi de zor olacağını ileri sürmektedir. James Robinson’a göre, Çin’in yüzyüze kalacağı zorluk kapsayıcı kurumları nasıl gerçekleştirmesi ve son 30 yıllık reformun neticesini koruyan bir toplumun nasıl inşa edilmesidir.
Tarihsel olgu da yukarıdaki görüşleri desteklemektedir. Adam Smith’e göre, 1776 yılına kadar dünyanın en zengin ülkesi Çin olmuş ve en verimli topraklarına sahipti, tarım için dünyanın en uygun ülkesiydi, sanayisi en çok gelişmişti ve en çok nüfusa sahipti. Avrupa’nın herhangi bir bölgesinden daha çok zengin idi. Karanlık çağın tarım toplumu olan Avrupa, Çin ile kıyasla çok yoksul ve azgelişmiştir. Ancak, sanayi devriminden sonra özellikle 1820 yılından sonra üstünlüğü kaybetmeye başlayan Çin çökmüştü. Joseph Needham de Çin’in bilim ve teknolojisinin 15. yüzyıla kadar Avrupa’nın çok ilerisinde olduğunu ve Avrupa’nın 16. yüzyılda sahip olduğu modern bilime erişemediği tespitini yaparak, Çin’in neden ilerleyemediğini ortaya koymuştu. Needham Tezi (Needham Thesis) adı verilen bu problem hâlâ tartışılmaktadır. Araştırmacıların çoğu Çin’in kurumsal inovasyon yapamadığı için geliştirmenin dinamizmi kaybettiği noktasında buluşmaktadır.

Çinli araştırmacılara göre, 1500-1820 yılları arasında Batı Avrupa kişibaşı GSYİH 670 dolardan 1269 dolara yükselmiş ve %89.4 artış gerçekleşmiştir. Çin’in 1500 yılların kişibaşı GSYİH 600 dolar civarındaydı ve bundan sonraki 300 yıl içerisinde büyüme hızı neredeyse sıfır idi. Başlangıçta Avrupa ile aynı düzeyde olan Çin’in neden geride kalarak çöküşe gittiğine dair birçok sebepleri vardır, ancak aralarında en önemli sebebi ise ekonomik büyümenin sürekliliğini sağlayan kurumlar reformdur. Avrupa’nın yükseliş sürecinde ekonomik büyümeyi yakalamasında sistem ve kurumlar tercihinin oynadığı rol büyüktür. sistemin reformu ve kurumsal inovasyon yapılması ekonomik büyüme sürekliliğini sağlamıştır. Çin’in Ming Sülâlesi’nin (1368-1644) son döneminden Qing Sülâlesi’ne (1644-1911) kadar bu değişimi yakalayamamıştır. Bugünkü Çin’in de aslında aynı durumda olduğunu ve yaşanmakta olan siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlara çözüm getirmesi için kurumsal reform ve kurumsal inovasyon yapılması gerekmektedir. Önce düşünce konsepti değişmesi lazım ve devamında bilim ve teknoloji, ekonomi, politika alanlarında kurumsal yenilikleri yaparak en son toplumsal alanda kurumsal inovasyon yapmakla ancak giderek kronikleşmeye başlayan sorunlara cevap verebilir. Aksi halde geride kalmış ve kemikleşmiş kurumlar ekonomik büyümesini engellediği gibi Çin’in kendi sorunları ile boğuşmaya devam edecek ve gelmekte olan Üçüncü Sanayi Devrimi de Çin’in yükselişini engelleyebilir.

Doğu Türkistan sorununa da söz konusu reform ve inovasyon sürecinde toplumsal barışı sağlamakla çözün getirebilir. Kurumların temeli hukuktur, hukukun temeli anayasanın kapsamlı uygulamasıdır. Anayasal politikasını en başarılı uygulayan ülkeler İngiltere ve ABD’dir ve büyük ülke olmanın kurumsal teminatını hazırlamıştır. Doğu Türkistan halkının temel hak ve hukukun korunması ile yaşanan ve devam eden durum sorunların çözüm yolu olacaktır.

Yeni Yönetimin Doğu Türkistan Politikası

Xi Jinping yönetiminin politika önceliği yolsuzluk ve çürümüşlük ile mücadele olarak tespit edilmiş ve Doğu Türkistan politikası konusunda henüz bir yenilik yapılmamıştır. 5 Temmuz Ürumçi Olayları sonrası Pekin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı politikası sıçramalı kalkınma ve uzun vadeli istikrarı sağlama olmuştur. Pekin’in amacı 2020 yılına kadar Doğu Türkistan’ı orta derecede müreffeh bir topluma kavuşturmakla Uygurların ayrılıkçı düşüncelerini kaldırmaktır. Bununla birlikte baş kaldıran ve hâkimiyete meydan okuyanlara geleneksel sert yöntemlerle bastırma politikasını devam ettirmektedir. Uygur sorunu ve Doğu Türkistan meselesinin sebeplerine odaklı olmayan bu çözüm politikası, dönemsel ve yüzeysel olduğu için uzun vadeli bölgenin istikrarının sağlanmasında zorluklar yaşanacağı malumdur. Keza Pekin’in 1949 yılından buyana Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı politikası, yaşanan birçok ayaklanmalar ve şiddet olayları ile iflas ettiğini ispat etmiştir. Yani Pekin’in Doğu Türkistan politikası istikrar değil, daha fazla istikrarsızlık getirmiştir. Nitekim, Ürumçi Olayları patlak verdikten sonra, ÇKP Politbüro Üyesi ve Guangdong Eyaleti ÇKP Genel Sekreteri Wang Yang, olaya yönelik Çin’in azınlık politikasının değişmesi gerektiğini belirtmiştir.

Doğu Türkistan’ın güvenlik ve istikrarı, Uygurların siyasal statüsü, refah düzeyi ve kültürel hakları, Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı politikasına bağlıdır. Doğu Türkistan’ın zengin kaynakları Çin’in yükselmesi için maddi imkanlarını teşkil etmektedir; Doğu Türkistan’ın coğrafi yapısı Çin’in dış tehditlere karşı doğal güvenlik bariyerini oluşturmaktadır; Doğu Türkistan’ın jeostratejik konumu bir kapı ya da bir köprü olarak Çin’in Avrasya’ya yönelik yayılma politikasının gerçekleşmesinde bağlayıcı ya da koparttırıcı rolünü üstlenmektedir. Türk ve Müslüman olan Uygurların Pekin’e olan bağlılığı, Çin’in Avrasya’da bütün çıkarları elde etmesine yarayacaktır. Aksi halde Uygurların Pekin’den uzaklaşması iç istikrarının sağlanması zor olacağı gibi dış tehditleri yaratabilmektedir ve bundan dolayı Çin’in Avrasya’daki çıkarlarına zarar verecektir. Neticede Uygurların kaderi Çin’in geleceğini derinden etkilemektedir. Pekin’in mevcut baskıcı Doğu Türkistan politikası, yani Uygur Özerk Bölgesi’nin demografik yapısını değiştirmek ve eğitim dâhil kültürel asimilasyon uygulamalarının sonuç alması güçtür. Nitekim İrlanda, İskoçya, Katalonya, Bask, Korsika, Bavyera ve Quebec gibi ayrılıkçı düşünceleri kültürel ve etnik asimilasyonu ile sona ermiş değildir. Doğu Türkistan’da Uygurlara yönelik uyguladığı iktisadi hayatını yükseltmekle ayrılıkçı düşüncelerini yatıştırma politikası da uzun vadede başarısız kalacaktır. Nitekim yukarıda zikredilen ayrılıkçı toplulukların sosyoekonomi düzeyi de düşük değildir. Bu bağlamda Çin’in yeni yönetiminin ideal bir Doğu Türkistan politikası hayati önem taşımaktadır.

Xi Jinping yönetimin başarılı olabilmesi için bir dizi kökten reform yapılması gerekmektedir. Çin’in siyasal reform ve özellikle demokratikleşme sürecini başlatması ile birlikte Çinli olmayan halkın tabii haklarının verilmesi önem kazanmaktadır. Nitekim bu sadece siyasî ahlak meselesi değil, aynı zamanda uluslararasılaşmış Tibet ve Doğu Türkistan sorunların çözüme kavuşturamadığı halde Çin’in kaderini etkilediği gibi Çin’in büyük güç olma iddiasını da engelleyebilecek sorunlardır. Bu sorunların çözülmesi Xi Jinping yönetimi için bir sınavdır ve nasıl bir siyasal reform sürdürmesine bağlıdır, yani demokratikleşme süreci siyasal reformun nasıl işleyeceği ile ilgilidir. Bu bağlamda Xi Jinping yönetiminin karşısında 1. dünyanın 2/3 ülkeler tarafından kabul eden demokratikleşme reformunu başlatmak; 2. Çin’e özgü demokratikleşme sürecini başlatmak ve 3. mevcut politikasını devam etmek gibi üç seçenek vardır. Bu üç seçeneği bazı kriterlerle test etmekle Xi Jinping’in olası Doğu Türkistan politikasını ortaya çıkarmak mümkündür.

Mevcut politikanın devam ettirilmesi seçeneği: Xi Jinping açısından bu seçenekte risk azdır, eski başkanlar ve statükocu partililerin tepkisi de fazla olamaz. Ancak 30 yıldan beri birikmiş sorunları çözümsüz hale getirebilir ve değişen küresel gelişmelere cevap veremediği dış politika çıkmazlığına girebilir. Uzun vadede ÇKP yönetiminin meşruluğu tartışılmaya ve hatta sarsılmasına yol açabilir. Bu durumda Doğu Türkistan üzerindeki yansımaları ise:

– Xinjiang Uygur Özerk Bölge Yasası sözde uygulamaya devam edecektir.  – Uygurlar kimlik krizi yaşamaya devam edecek, ancak geleneksel anlayışıyla farklı olarak bir süre sonra baskı altındaki Uygurlar kimliğini tekrar inşa etmekle sağlamlaşabilmesinin ihtimali yüksektir. – Çinlilerin Uygurları ötekileştirmesi, aşağılaması ve ayrımcılık tutumu devam edecektir. – Uygurların özgürlük davası devam eder ve uluslararası sahnelerde sesleri daha da güçlenir. – Doğu Türkistan’daki istikrarsızlıklar devam edecektir. – Kuzeybatı Bölgeleri Kalkındırma Stratejisi’nin gerçekleşmesinde zorluklar yaşanacaktır. – Orta Asya bağlamında bölge ve sınır güvenlik sorunu yaşanmaya devam edecektir. – Uygurların Çin’in Yeni İpek Yolu (Avrasya) politikasına katkısı olmadığı gibi zarar da verebilir.

Çin’e özgü demokratikleşme seçeneği: Xi Jinping yönetimi açısından bu seçenek en uygundur. ÇKP’nin liderliğinde Çin rejimini tedrici adımlarla demokratikleştirme yoluna çekebilir. Yani tek parti yönetimi altında demokratikleşme sürecini tamamlamaktır. Çin’in büyük ülke (great power) olma yolunda rastlayacak olan birçok iç ve dış sorunları demokratik rejimden dolayı çözüme kavuşabilir. Neticede Çin’i daha güçlü ve daha etkili bir ülke haline getirebilir. Doğu Türkistan üzerindeki etkileri ise:

– Xinjiang Uygur Özerk Bölge Yasası kısmen olarak uygulanabilir ve kapsamlı uygulanması söz konusu değildir. – Uygurlar kendi kimliğini kısmen koruyabilir. – Çinlilerin Uygurlara yönelik ötekileştirmek, aşağılamak ve ayrımcılık tutumu azalabilir. – Uygurların özgürlük istemeleri belli kesimde devam edecektir. – Doğu Türkistan’da istikrar kısmen sağlanabilir. – Kuzeybatı Bölgeleri Kalkındırma Stratejisi kısmen gerçekleşebilir. – Orta Asya bağlamında bölge ve sınır güvenlik sorunların bir kısmı çözülebilir. – Uygurların Çin’in Yeni İpek Yolu (Avrasya) politikasına katkısı yetersiz olacaktır.

Batı tarzı demokratikleşme seçeneği: Xi Jinping yönetimi açısından bu seçeneğin gerçekleşmesi zordur. Çin hâkimiyeti tek partili yönetim sistemi dışına çıkmasının imkanı olmadığı gibi gerek demokrasinin bir yönetim sistemi ya da siyasal ve toplumsal değerleri olarak kabul etmesi zordur. Üstelik Tibet ve Doğu Türkistan’ın bağımsızlığına izin vermeyeceği gibi toprak bütünlüğüne zarar verecek ve dolayısıyla hâkimiyeti sarsacak hiçbir ihtimali tanımamaktadır. Çin’in Batı tarzı demokrasi rejimini kabul ettiği takdirde Doğu Türkistan üzerindeki tesirleri ise:

– Xinjiang Uygur Özerk Bölge Yasası kapsamlı olarak uygulama ihtimali vardır. – Uygurlar kendi kimliğini koruyabilir, ancak demokratik sistemde asimile olmanın ihtimali de yüksektir. – Çinlilerin Uygurlara yönelik ötekileştirmesi, aşağılaması ve ayrımcılığı büyük ölçüde azalır, ancak Çin’in siyasal kültürünün etkisinden dolayı kapalı bir şekilde devam edebilir.  – Uygurların özgürlük istemesi zorlaşacağı gibi özgürlük davası dejenerasyona uğrayacaktır. – Doğu Türkistan’da istikrar büyük ölçüde sağlanabilir. – Kuzeybatı Bölgeleri Kalkındırma Stratejisi’nin gerçekleşmesinde imkânlar bulunacaktır. – Orta Asya bağlamında bölge ve sınır güvenlik sorunların büyük bir kısmı çözüleceği gibi Doğu Türkistan’ın etnik, dinî ve kültürel özelliklerinden dolayı bölgeye stratejik derinlik katacaktır. – Uygurlar Çin’in Yeni İpek Yolu (Avrasya) politikasına katkılarda bulunabilir

Söz konusu birinci seçenek çıkmaz sokak gibi Çin’in gelişmesini tıkayabilir; üçüncü seçeneğin ÇKP’nin çökmesine sebep olacağı gibi rejimin de yıkılacağına Çinli yetkililer vurgu yapmışlardır. Kalan seçenek ise Çin’e özgü bir çeşit demokratikleşme yoludur ve büyük ihtimalle Başkan Xi Jinping birinci dönemde hazırlıklar yapacak ve ikinci dönemde bu yolda yürümeye başlayacaktır.Türkistan sorunu da bu ikinci seçeneğe göre sürüncemede kalabilir.

Hakkında admin